Yeniçeri ve Bektaşilik: Osmanlı’nın Omurgasının Haksızca Yıkılması
"Bir toplumu ayakta tutan, sadece kılıç değil; adalet, inanç ve maneviyattır." Unutmayalım ki, bu toprakların gerçek gücü, 86 milyonun kardeşliğindedir.
Türklerin İslamiyet'i kabulüyle başlayan tarihsel yürüyüş, yalnızca bir inanç değişimi değil, aynı zamanda adalet, özgürlük ve hak anlayışının yeni bir biçimde tecellisiydi. Satuk Buğra Han'dan Osman Gazi'ye uzanan bu çizgide Türk Devletleri, Ehli Beyt sevgisiyle yoğrulmuş; hakkı, hukuku ve insan onurunu merkeze almıştır. Ne zaman bu çizgiden sapılmışsa, güç zayıflamış; devletin omurgası çatlamıştır.
Ehli Beyt Nefesiyle Kurulan Devletler
Türklerin kurduğu her büyük devlet, adalet ve Ehli Beyt sevgisiyle güçlenmiştir. Gazneliler, Selçuklular ve Anadolu Selçukluları dönemlerinde bu inanç çizgisi korunduğu sürece medeniyet yükselmiş; bu ruhtan uzaklaşıldığında çöküş hızlanmıştır.
Anadolu'nun manevi mimarı Hacı Bektaş-ı Veli, bozulmuş düzeni onarmak, birliği sağlamak için "Bir olalım, iri olalım, diri olalım" diyerek Osmanlı'nın manevi temellerini atmıştır.
Osmanlı'nın Askeri ve Manevi Omurgası: Yeniçeri ve Bektaşilik
Osmanlı İmparatorluğu'nun manevi olarak kuruluşu da Şeyh Edebalı'nın hikmeti ve Ehli Beyt terbiyesiyle olmuştur. Yörük-Alevi Türkmen köklerinden doğan bu devlet, adalet ve maneviyat ekseninde büyümüştür.
Hacı Bektaş-ı Veli, Osmanlı'nın askeri ruhunu besleyen Yeniçeri Ocağı'nın manevi kurucusuydu; Anadolu'ya yayılan Bektaşi tekkeleri ise hem Osmanlı'nın askerî hem de kültürel yapısını güçlendirerek devletin omurgasına manevi bir ruh kazandırdı.
Osmanlı, Ehli Beyt nefesiyle yürüdükçe adaletle hükmetmiş; bu çizgiden uzaklaştığında gücünü kaybetmiştir. 19. yüzyılda II. Mahmud'un sert reformlarıyla birlikte bu omurga kırılmış, devletin hem askeri hem manevi dengesi sarsılmıştır.
Vaka-i Hayriye: Sözde Reform Ardındaki Felaket
1826 yılında yaşanan Vaka-i Hayriye, bazı kitaplarda "hayırlı olay" olarak anılsa da, aslında Osmanlı tarihinin en acı kırılmalarından biri olarak tarih sayfalarında yerini almıştır. II. Mahmud, orduyu modernleştirme bahanesiyle Yeniçeri Ocağı'nı kaldırmış, kışlaları ateşe vermiş, binlerce Yeniçeri'yi ve ailelerini katlettirmiştir.
Ancak mesele yalnızca bir askerî düzenleme değildi. Bu hamleyle birlikte, Ocağın manevi dayanağı olan Bektaşi tekkeleri de hedef alınmış; tekkeler yıkılmış, bölgesinin manevi koruyucusu olan evliyalar idam edilmiş, inanç merkezleri kapatılmıştır. Bu, Osmanlı'nın hem askeri hem manevi omurgasına vurulan bir darbe olmuştur.
Bektaşi Tekkelerine Nakşibendi Kayyumları
II. Mahmud, Bektaşi Tekkelerine Nakşibendi kayyumlarını atayarak hakkı yaşayan, adaleti ortaya koyan Osmanlı'nın sağlam temelleri olan pak masum insanlar üzerinde hak olmayan bir inanışla kontrol sağlamaya çalıştı. Fakat bu karar, halkın gönlündeki meşruiyeti yok etti.
Bektaşi toplumu, inanç özgürlüğünün elinden alındığını gördü; tekkeler sessizliğe gömüldü.
Nakşibendilik ise devletin himayesinde güçlenirken, hak inanış olan Bektaşilik toplumun vicdanında derin bir yas hâline dönüştü.
Bu değişim, sadece hakkı ortaya koyarak adalet dağıtan bir kitleyi değil, Osmanlı toplumunun manevi dengesini de bozdu. Çünkü Bektaşilik, hoşgörüye, farklılıklara saygıya ve hakikat arayışına dayalı bir kültürdü. Devlet eliyle yapılan bu müdahale, toplumsal uyumu zayıflattı, halkın gönül bağlarını kopardı.
Haksız Bir Müdahalenin Bedeli
II. Mahmud'un attığı bu yanlış adım bir felaketle sonuçlanarak Osmanlı'nın ruhunun zayıflamasına sebep oldu.Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması ve Bektaşi tekkelerine yapılan müdahale, devletin askeri, manevi ve kültürel omurgasını haksızca yıktı.Kısa vadede düzen sağlanmış görünse de, uzun vadede bu müdahale Osmanlı'nın çözülmesini hızlandırdı.
Bugüne Düşen Ders: Adalet, İnanç ve Vicdan
Tarih, geçmişin küllerinde saklı bir rehberdir. II. Mahmud döneminde yaşananlar bize şunu öğretir:
Bir toplumu ayakta tutan, yalnızca kılıç değil; adalet, inanç ve vicdandır. Yeniçeri Ocağı ve Bektaşilik örneği, bize şu gerçeği hatırlatıyor:
Bir toplumun omurgasını oluşturan hak olan maneviyatı yok etmek, kısa vadede kontrol sağlar ama uzun vadede kültürel ve toplumsal çöküşe yol açar.
Devletin bekası, adalet, hak ve hukuk üzerine kurulduğunda kalıcı olur. Toplumun huzuru da ancak bu temeller üzerinde yükselebilir.
Geçmişin hatalarından ders alarak geleceği inşa etmek, bugünün en büyük sorumluluğudur.
Türkiye hepimizin evidir
Türkiye hepimizin evidir. Bu evde huzurla yaşayabilmenin yolu, geçmişten ders çıkarıp 86 milyon yürek, tek bilek olabilmekten geçer. Osmanlı'nın yüzyıllar boyunca dimdik ayakta durmasını sağlayan sır; Yeniçeri Ocağı'nın disiplininde, Bektaşiliğin manevi kardeşlik ruhunda gizliydi.
O ruh, farklı inanç ve kimlikleri aynı gaye etrafında birleştiren bir sevgi ve adalet anlayışıydı. Bugün de o mirasa sahip çıkmak; ayrışmak yerine birleşmek, ötekileştirmek yerine kucaklaşmak demektir.
Eğer bir olursak, iri oluruz, diri oluruz; huzur ve mutluluk içinde yaşarız. Fakat birlikten uzaklaşırsak, geçmişin acı tecrübeleriyle yüzleşmek kaçınılmaz olur. Unutmayalım ki, bu toprakların gerçek gücü, 86 milyonun kardeşliğindedir.
Yazılı izin alınmaksızın site içeriğinin fiziki veya elektronik ortamda kopyalanması, çoğaltılması, dağıtılması veya yeniden yayınlanması aksi belirtilmediği sürece yasal yükümlülük altına sokabilir. Daha fazla bilgi almak için telefon veya eposta ile irtibata geçilebilir.