Hukukçular, hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlette yargının hakem vasfında olduğunu sıklıkla zikreder.
Yargının bu görevini yerine getirebilmesi ise önüne gelen sorunları objektif, adil, anayasanın ve yasaların çizdiği sınırlar içerisinde kalarak çözmesine bağlıdır. Ancak Türkiye'de uygulamada adaletin tecellisi noktasında çok farklı gelişmeler yaşanıyor.
Bu noktada Bağımsız Türkiye Partisi (BTP) Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş ve avukatları ile Dr. Mustafa Eraslan arasında İstanbul'da devam eden davada mahkemenin takındığı tutum dikkat çekiyor.
Mahkemenin tutumu, sağduyulu Türk medyasının ilgisini çekmeye devam ediyor. Bu dosyaya ilişkin Sözcü gazetesi yazarı Ümit Zileli'nin kaleme aldığı yazı dikkat çekiyor.
Zileli, "İtibarınız İtinayla Katledilir" başlıklı yazısında 'Yeni Türkiye'nin en başta gelen özelliğinin 'algı operasyonu' olduğuna işaret ederek, şunları kaydetti: "Bu konuda ne denli başarılı olduklarına dair yığınla konu sayabilirim. Peki, bu 'algı metodunu' yıllar içinde en çok kullandıkları ve başarılı oldukları alan hangisiydi diye sorsam? Onu da söyleyeyim: İtibar suikastları!
Hayatlarını hem de aileleriyle birlikte mahvettikleri, lime lime ettikleri, onulmaz hastalıklara, intihara sürükledikleri namuslu, şerefli insanların iç paralayan öyküleri köşe yazılarına, kitaplara, TV programlarına, belgesellere yüzlerce kez konu oldu! Demem o ki; yeni Türkiye'de algı yoluyla, olmadı mahkeme yoluyla, kumpas yoluyla, kampanya yoluyla hedefinize ulaşmak artık çok kolay; ne demiş atalarımız: Çamur at izi kalsın! Size biri çok eski, diğeri günümüzden iki örnek vermek istiyorum; bakın bu ülkede insanların itibarıyla, kariyeriyle, geleceğiyle oynamak ne denli kolay, ne kadar ucuz! İlk örneğimiz 13 yıl öncesine dayanıyor;
Ergenekon-Balyoz-Casusluk gibi insan haysiyetine aykırı, yüzlerce insanın geleceğiyle oynanan, Türk ordusunu çökerten aşağılık kumpaslardan bile 3 yıl öncesine, 2005 yılına gidiyoruz... Özelliği ne bu tarihin peki? İlerideki büyük kumpaslar için 'test etme olayı' olması!
İtibar suikastı
Hedefe oturtulan kişi bu kez iktidarın hiç hazzetmediği bir profesör ve parti lideri; Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Haydar Baş! Hikâye, Türkiye'de yüzlerce, binlerce örneği bulunabilecek bir ticaret anlaşmasıyla başlıyor. Pratisyen hekim Mustafa Eraslan 2010 yılında, uzun zamandan beri tanıdığı Haydar Baş'a 'bitkisel ürün' işiyle ilgili ticaret yapma teklifi götürür. Eraslan ürünleri üretip tanıtacak, bu iş için büyük borç veren Baş ise, bu ürünlerin tek satıcısı olacaktır… Borca karşılık Eraslan Haydar Baş'a senetler verir, noter huzurunda 'tek satıcılık' sözleşmesi de yapılır, üretim ve ticaret başlar. Üç yıl boyunca iyi giden işler ve ilişkiler 2014 başlarında bitkisel ürünlerin kalitesinin bozulması, daha da önemlisi el altından başka satıcılara verildiğinin ortaya çıkmasıyla bozulur. Haydar Baş, verdiği borcun geri ödenmesini ister. Uzun görüşmelerden sonra Eraslan borcun 6 milyonluk kısmını bazı gayrimenkullerinin devri ile öder ve karşılığı olan senetlerini alır.
Filmin akıllara seza kısmı da bundan sonra başlar. Borcun kalan kısmını ödemeyen Eraslan'ın mallarını kızına ve kız kardeşine devrettiğini tespit eden Baş'ın avukatları bu mallara tedbir koydurur. Aradan 8.5 ay geçtikten sonra Eraslan mahkemeye müracaat ederek kendisine 'zorla senet imzalatıldığını' öne sürerek şikayette bulunur ve 15. Ağır Ceza Mahkemesi'nde 'senedin yağması' suçundan dava açılır…
Eraslan'ın iddiasına karşılık, o toplantıda olan tarafsız tanıklar ise 'böyle bir şeyin yaşanmadığını' söylemektedir. Asıl ilginç olan ise kovuşturma esnasında cumhuriyet savcısı da dahil olmak üzere mahkeme heyetinin tamamı değişir, iyi mi!
Bu arada işin içine bir şekilde 'devlet büyükleri' karıştırılır! Sonrasında Eraslan'ın avukatı olarak davaya dahil olan Selim Yavuz, 14 milyon 750 bin dolar yani 90 milyon TL karşılığında davayı sonlandırma teklifi yapar. Üstelik bunu mahkemede de "müvekkilimin zararı bu kadar olduğu için istedim" diye itiraf da eder! Halbuki istenen miktar Eraslan'ın ödediği 6 milyonluk borcun tam 15 katıdır! Bunun üzerine Haydar Baş'ın avukatı ismi geçen tüm kişilerin bu süreçteki telefon kayıtlarının mahkemeye getirtilmesi, tanıkların dinlenilmesi ve şantaj sucundan kamu davası açılması talebiyle dilekçe verir. Normalde bir alacak-verecek, şantaj ve dolandırıcılık davası olması gereken bir dava, işin içine 'iyi saatte olsunlar' ve 'devlet büyükleri' lafları girince bakın nerelere savruluveriyor! Neydi peki baştan beri söylediğimiz? Algı operasyonu yoluyla itibar suikastı!"
Alacaklıya suçlu muamelesi
Aynı konuda deneyimli gazeteci Nurcan Sabur da 19 Kasım'da bir yazı kaleme aldı. Sabur'un "Alacaklının Suçlu Muamelesi Gördüğü Dava" başlıklı yazısında yargıya siyasetin bulaşması halinde orada adaletin ortaya çıkmayacağına, hak ve hukuka riayet edilmesinin asla mümkün olmayacağına işaret edildi. Sabur, yazısında şu noktaların altını çizdi: "Bu nasıl olur demeyin, alın size canlı bir örnek… Anlatacağımız örnekle ilgili birileri, basına yalan yanlış ve tek taraflı bilgiler servis ettiğini gördüğümüz ve hissettiğimiz için doğruları yazmayı kendimize bir borç biliyoruz.
Bağımsız Türkiye Partisi Genel Başkanı Prof. Dr. Haydar Baş, Dr. Mustafa Eraslan'la 2010-2013 yılları arasında bitkisel ürün üzerine ticari bir faaliyet gerçekleştirirler. Bu ticarette anlaşma gereği Mustafa Eraslan, ürünleri üretip tanıtan; Haydar Baş ise borç olarak Eraslan'a sermaye sağlayan konumdadır ve üretilen ürünlerin tek satıcısıdır. Mustafa Eraslan aldığı borç karşılığı senetler imzalayıp vermiştir. Tek satıcılık sözleşmesi ise Noter huzurunda yapılmıştır. 2014 yılı başında taraflar arasında yaşanan bazı sorunlar nedeniyle ticaret sonlandırılır. Haydar Baş, Eraslan'dan işin başında senetlerini almış olduğu alacağının ödenmesini ister. Noter huzurunda sözleşme belli, yapılan ticari faaliyet belli, senetlerin alınan borç karşılığı olduğu belli… Ticari alacak-verecek konusundan kaynaklanan hukuki ihtilaf, doğal olarak 2014 Mart ayından itibaren icra takiplerine ve hukuk davalarına konu olur.
Davaların bazıları da sonuçlanır.
Haydar Baş'a borçlu olan Mustafa Eraslan, aleyhine yapılan hukuki takiplere başta itiraz etmez. Ama üzerinde bulunan gayrimenkulleri kızına ve kız kardeşine devrederek malını kaçırmaya çalışır. Fakat Hukuk mahkemesi, söz konusu satışların mal kaçırma maksadıyla yapıldığı gerekçesiyle tedbir kararı verir.
Bu mal kaçırma senaryosu yargıdan dönünce, Eraslan, bu sefer başka bir senaryoyu devreye koyar ve alacaklı olan Haydar Baş'ı senetlerin zorla alındığı iddiasıyla Savcılığa şikâyet eder.
Dikkatinizi çekerim Savcılık şikayeti, Haydar Baş tarafından alacak davaları açıldığı, icra takiplerinin yapıldığı ilk günlerde değil, 8.5 ay sonra açılıyor. Bu Savcılık şikâyeti takipsizlikle sonuçlanır.
Ancak bu aşamada davaya 'devlet büyükleri' karıştırılır. Yargının bağımsızlığı adeta devre dışı kalır. Sulh Ceza Hâkimliği kararı ile Haydar Baş ve avukatları aleyhine 'senedin yağması' suçlaması ile ceza davası açılır.
Ne adalet ama! Alacağını takip etmek yağmacılık oluyor.
Ceza davasında Mustafa Eraslan'ın mahkemede dinlenmesini istediği, kendi personeli olan iki kişi tanık olarak dinlenir. Onlar da Mustafa Eraslan'nın doğru konuşmadığını, Haydar Baş'ın alacaklı olduğunu, kimseden zorla senet alınmadığını anlatırlar.
Normal şartlar altında davanın yine bu noktada, alacaklı Haydar Baş'ın lehine sonuçlanması ve bitmesi gerekiyordu. Ama nerde? O aşamadan sonra dava yaklaşık 2 yıldır devam ediyor. Bu süre içinde Mahkeme başkanı, savcısı ve üyelerin tamamı değişir. Gerekli değişiklikler ayarlandıktan sonra Savcı; Haydar Baş ve avukatı Lütfullah Önder hakkında senedin yağması suçundan cezalandırılmasını ve yurt dışına çıkış yasağı konulmasını ve gayrimenkullerine tedbir konulmasını talep eder. Mahkeme Yurt dışına çıkış yasağını ve gayrimenkullere tedbiri koyar.
Hakkında takipsizlik verilen dava siyasi infaz davasına dönüşüverir.
Alacaklı olan Haydar Baş, sanki borçluymuş, suç işlemiş gibi muamele görür.
Bu davadan bir gün sonra yani 17 Temmuz 2018 tarihinde, Mustafa Eraslan'ın avukatı, BTP Genel Başkan Yardımcısı Fuat Şengül'e telefon açarak Eraslan'ın bir mesajını iletmek istediğini söyler.
İstenilen tutara dikkat!
19 Temmuz saat 21.00'da bir AVM'de bir araya gelirler.
Mustafa Eraslan'ın avukatı, bu görüşmede bazı devlet büyüklerinin ismini zikreder ve; "mütalaayı ve kararı gördünüz, bundan kurtulmak istiyorsanız Prof. Dr. Haydar Baş ve Lütfullah Önder'in 14 milyon 750 bin dolar vermeleri lazım. Aksi halde de 5 Ekim'de yapılacak duruşmada ceza çıkacak" şeklinde tehdit ve şantaj cümlesini kurup cevap bile beklemeden hızla ayrılır.
Şu işe bakın! Eraslan dava tutanaklarına göre kendisinden 6 milyon TL tahsil edildi diye savcılık şikâyeti yapmıştır. Ama Eraslan adına talep edilen meblağ 14 milyon 750 bin dolar, yani 90 milyon lira… Tam 15 kat daha fazla…
5 Ekim'de yapılan duruşmada mahkeme; Haydar Baş'ın avukatlarının araştırılmasını istediği tüm talepleri reddeder. Ve adeta bu iddiaları doğrulayacak şekilde davranır. O duruşmada karar vereceğini ortaya koyarak sanık olarak yargılanan avukat Lütfullah Önder'i son savunmasını yapması için zorlar. Bunun üzerine avukat, 'Yargılama sürecinde karşı tarafın kendilerine ulaştığını, mahkemenin önceki heyetini kendilerinin gönderdiğini, yeni heyeti kendilerinin oluşturduğunu ve yargılamanın kontrollerinde yürüdüğünü iddia ettiklerini ve 14 milyon 750 bin dolar ödenmediği takdirde ceza aldıracaklarını söylediklerini, mahkemenin bu duruşmadaki tavrının kendilerinde mahkemenin tarafsızlığı konusunda şüphe oluşturduğunu' ifade eder.
Duruşmada Eraslan'ın avukatına bu konu sorulur. Avukat duruşmada açıkça, mahkeme heyeti önünde şu sözlerle itiraf eder: Fuat Şengül ile buluştuğum doğrudur. Müvekkilimin 14 milyon 750 bin dolar zararı vardır, bu ödenmez ise şikâyetimizin devam edeceğini söyledim. Bekledikleri parayı alamayınca da, 16 Temmuz'da gerçekleşen dava ve de Eraslan ve hanımının iftira nitelikli iddiaları, bu davadan 21 gün sonra tek taraflı olarak basın medya kuruluşlarına servis edilir. Ve ortaya koyduğu eserlerle Türkiye'de ve dünyada saygınlığı olan, aynı zamanda da bir siyasi partinin genel başkanı olan Prof. Dr. Haydar Baş'ı karalama kampanyasına dönüşür. Şimdi neden yargının bağımsızlığı önemli anlıyorsunuz değil mi?
Alacaklı olanın, alacağını istediği için suçlu, borçlu olanın ise devlet büyüklerini arkasına aldığı için güçlü olduğu bir atmosferde söyler misiniz biz kime, hangi adalete güveneceğiz? Ama şu bir gerçek ki, adalet herkese lazım. Bir gün kirli hesapların sahiplerine geri döneceğini asla unutmamak lazım."